1389'da Kosova'yı Haçlılara dâr eden Birinci Sultân Murâd Hân, Balkan Fâtihi Orhân Gâzinin 6 oğlundan 4.sü olarak 1326'da Yârhisâr tekfurunun kızı Nilüfer Sultândan doğmadır.
Babasından 95 bin km2 olarak aldığı Osmanlı topraklarını 500 bin km2'ye çıkaran "Şânlı Osmanlı"nın 3. Pâdişâhı.!!!
Sultân Birinci Murâd'ın uzun boyu, iri burnu, kalın ve adaleli bir yapısı vardı.Çok sâde giyinir ve kırmızı zemînli beyâz elbiseden hoşlanırdı. Gayet nâzik, sevimli ve çok halîm ve selîm bir insândı.
Yakub Çelebi, Yıldırım Bayezid, Savcı Bey ve İbrahim, Nefise ve Hatûn Sultân'ın babalarıydı.
Sultân 1. Murâd Han, devrinin zâhirî ve bâtınî ilimlerinde zîrve yapmış büyük şahsiyetler tarâfından eğitildi.
Bir devlet adamında bulunması gereken mümtâz vasıflara mâlik olan Murâd Han, aynı zamanda kalbî bir derinliğe de sâhibdi.
İşde bu kalbî derinlik sebebiyle velîlik, ahî şeyhliği ve şehîdlik gibi mânevî pek yüce makamlara vâsıl oldu.!!!
Birinci Sultân Murâd, Anadolu’da huzûr ve sükûnu sağladıkdan sonra istikâmetini Rumeli’ye çevirdi ve fütûhâtı Avrupa’ya yaydı.
Edirne'nin Pâyitahd ilân edilmesi 4 bin kişilik bir orduyla 80 bin kişilik yakın Haçlı Ordusunu yendiği "Sırpsındığı Zâferi"nden sonradır.
Kosova savaşında ise, yaklaşık 150 bin kişilik haçlı kuvvetine karşılık, 60 bin civârında Osmanlı askeri vardı. Şafak sökerken Osmanlı ordusu, muhârebe nizâmına girdi.
Merkezde yer alan Sultân I. Murâd Han'ın, sağ cenâhında Şehzâde Yıldırım Bâyezıt Hanı',, sol cenâhına da Şehzâde Ya’kûb Çelebi'yi aldı.
Sultân Murâd, 8 Ağustos 1389’da Kosova ovasına girdiğinde fırtınadan göz gözü görmüyordu.
O gece "Berât Gecesi'ydi.!
Murâd Han, iki rekât namâzdan sonra, gözyaşları içinde şu duâyı yapdı:
“Yâ Rabbî.! Bu fırtına, şu âciz Murâd kulunun günâhları yüzünden çıktıysa, mâsûm askerlerimi cezâlandırma.!!!
Allâh’ım ! Onlar ki, buraya kadar sâdece Sen’in adını yüceltmek ve İslâm’ı teblîğ etmek için geldiler.!!!
İlâhî.! Bunca kerre beni zâferden mahrûm etmedin.
Dâimâ duâmı kabûl buyurdun. Yine sana ilticâ ediyorum; duâmı kabûl eyle.!
Bir yağmur nasîb eyle.! Bu toz bulutu kalksın.!Kâfirin askerini âşikâr görüp, yüz yüze cenk edelim.!
Yâ İlâhî.! Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben âciz bir kulum.! Benim niyetimi ve esrârımı en iyi Sen bilirsin.!
Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız Sen’in rızânı isterim..
Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme.!
Onlara öyle bir zâfer lûtfet ki, bütün Müslümânlar bayrâm eylesin.!
Dilersen o bayram gününde şu Murâd kulun yolunda kurbân olsun.!!!
Yâ İlâhî.! MBunca Müslümân askerin helâkine beni sebeb kılma.!
Bunlara yardım eyle ve zâfer bahşeyle.!
Bunlar için ben cânımı kurbân ederim, yeter ki tek Sen beni şehîdler zümresine kabûl eyle.!
Asâkir-i İslâm için teslîm-i rûha râzıyım.
Tek ki, bu mü’minlerin uğruna benim rûhum fedâ olsun.! Beni gâzî kıldın.
Sonunda da lutfen ve keremen şehîd eyle! Âmîn.!!!”
Bu âbidâne münâcaattan sonra Sultân, fevkalâde bir huzûr içinde Kur’ân-ı Kerîm tilâvetine başladı.
Çok geçmeden rahmet bulutları peydâh oldu. Kosova meydânı üzerine sağnak hâlinde yağmur boşandı. Rüzgâr durdu.Toz bitdi. Bunun üzerine bütün Osmanlı ordusunda büyük sevinç ve memnunluk yaşandı.
I. Murâd Hân, secde-i şükrâna kapandı. Sevinç gözyaşları, yağmur damlalarına karışdı.
Harp başlamadan evvel I. Murâd Han, mümtâz askerlerine şöyle hitâbda bulundu:
--"Yiğitler.! Bugün gayret günüdür. İbrâz-ı hamîyyet vakdi
ODem, dirlik zamanı ve mertlik demidir.
Bunca senedir vatân sizinle fahreder.
Şimdi dahî sizden cihâna yayılmış bulunan şân ve şerefle dolu geçmişimizi te’yîd edecek büyük muvaffakıyetler bekler.
Bugün mehâbetinizle titreyen şu Kosova meydanı, bi-izni’llâh muzaffer bir şekilde dalgalanacak olan şanlı sancağımızın Macaristan içlerine doğru gitmesini bundan sonra hiçbir düşmân hamlesi durduramıyacakdır..
Bugün kazanacağımız şanlı bir galebe, bütün Rumeli’nde i’lâ-yı kelimetullâha sebep olacakdır.
İnsânın ömrü uzun olsa da ebedî değildir. Âkıbet bitecektir. Dâim bâkî olan yalnız Allâh Azîmü’ş-şân’dır.
İ’lâ-yı kelimetullâh ile Cennete kavuşmak isteyenlere, işde şu meydân-ı şân ü celâdet duruyor.
Gâzîler.! Benimle berâber Allâh sadâları ile hücûm ve savlet eyleyiniz.!”
Bu sözlerin ardından başlayan şanlı mehterin cenk marşları arasında yükselen «Allâh, Allâh…» sesleri ile düşman saflarına hücûm başladı.
8 Ağustos 1389 sabâhı başlayan meydan muhârebesi sonunda hemen hemen düşmânın tamamı imhâ edildi.
Muhârebenin sonunda zaferin kesinleştiğini gören I. Murâd Han, bunun şükrânesi olarak muhârebe sahasında geziniyor, bir şehîde rastladığında:
“Muhakkak ki, biz Allâh içiniz ve hiç şüphesiz ki, biz O’na döndürüleceğiz.!”
El-Bakara, 156) diyordu.
Bu esnada ölüler arasından yaralı bir Sırp askeri kalkarak;
“–Beni bırakınız; Sultânın elini öpüp Müslümân olacağım.! Ayrıca size bir müjdem var.!
Kral Leyan da yakalandı. Getiriliyor..” dedi.
Hünkâr’ın muhâfızları, bir anlık gafletle, getirilmekde olduğu söylenen kralı görmek üzere etrâfa bakınırken, yaralı taklidi yapan Sırplı koltuğunun altında sakladığı hançerini hızla Hünkâr’ın göğsüne sapladı.
Muhâfızlar, neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Sırp kralı Lazar'ın damadı olan kâtil Milos Obramviç'i yakalayıp bir anda paramparça etdiler.
Böylece I. Murâd Hân’ın duâsı da kabûl olmuş oldu.
Hünkâr’ın şehîd olmadan önceki son sözleri şunlardı:
“–İslâm’ın muzafferiyeti, benim şehîd olmama bağlı ise, şehîdlik şerbetini nasîb buyurmasını Cenâb-ı Hakk’dan duâ ve niyâz etmişdim.
Demek ki duâm kabûl buyuruldu.
Allâh’a hamd ve senâ olsun ki, İslâm askerlerinin zâferini gördükden sonra hayâtım son bulmaktadır.!.Ben artık sizleri, muzâffer askerlerimi ve devletimi Mevlâ’ma emânet ediyorum.!”
Bu sözlerinin ardından Sultân I. Muramâd'ın temiz nâşı, şehâdetin mübârek kanlarına bürünerek, ilâhî ve ebedî yolculuğa sefer etdi.!
Sultan I. Murat’ın iç organlarının gömülü olduğu Kosova’daki yere de
Meşhed, ism-i mekân olduğundan "Meşhed-i Hüdâvendigâr” ismi verildi.
Meşhed-i Hüdâvendigâr, o kadar mukaddes sayıldı.ki, Osmanlı, Balkanlar’dan çekilirken bile imzâladığı anlaşmalara bu yer için husûsî bir madde koydurtmuşdur.
Arnavut asıllı Kosovalı merhûm Ali Yakub Efendi, şöyle diyordu:
“–Ben Osmanlılar’ı nasıl sevmeyeyim ki, onlar gelmeseydi, bizler küfrün karanlığı içinde kalacakdık?
Bizim memleketde Osmanlı ile dîn muhabbeti öyle mecz olmuşdur ki, Osmanlı ile Müslümânlık, değişik lafızlarla birbirlerinin yerine kullanılırdı.
Öyle ki, bazen gayr-i ihtiyârî olarak İslâm’ın şartı yerine «Türklüğün şartı kaçdır?» diye sorular olmuş, cevâben de İslâm’ın şartları sayılmışdır.
Ben her gün bir hatm-i şerîf okusam, her nefeste «Yâ Rabb'î..!
Bu kavme rahmet eyle!» diye duâ etsem, yine de Osmanlının haklarını ödeyemem.!”
I. Murat Hüdâvendigâr, yirmi dokuz sene hükümdarlığı müddetince zaferden zafere koşdu.
Mağlûbiyet yüzü görmedi. Babasından küçük bir beylik olarak aldığı devleti, kısa zamanda yüce bir imparatorluk hâline getirerek saltânat müddetine 37 muhârebe sığdırmış, ömrünü harp meydânlarında geçirmiş yiğit bir Pâdişâh'dır.
Bütün Hıristiyanlık âleminin lideri olan Papa dahî, onun satvetine karşı âcizdi.Şâir bu ihtişâmı şöyle anlatır:
"Çünkü ol Gâzî Murâda erdi baht,
Buldu arâyiş anınla tâc ü taht.".!
O, ağabeyinin Rumeli’de başlatdığı fütûhâtı, büyük bir ihlâs ve azim ile kısa zamanda geliştirdi ve Orta Avrupa’ya kadar genişletdi.
Balkanlar kâmilen Türk nüfûsuna dâhil olmuş, Bizans, Bulgaristan ve Sırbistan, Osmanlılar’ın haraç-güzârına dönmüşdü.
I. Murâd Han, fethetdiği yerlere, devrin mânevî büyüklerini yerleştirdi. Oralara, zamanının en mükemmel ilim ve irfân müessesesi olan tekke ve zâviyeler inşâ ettirdi.
Ayrıca, ciddî bir iskân siyâseti takip etdi.Türkmen aşîretlerini getirip bu bölgelere yerleştirdi..
Osmanlı Sultânları, küffâra karşı gazâ ve cihât üzre iken Anadolu’daki birtakım beylikler tarâfından zaman zaman saldırılara mârûz kalıyorlardı.
Nitekim Sultan I. Murad Han, Rumeli’de gazâ ve cihâd üzre iken de böyle bir durum vâkî oldu ve Karamanoğlu Alâaddîn Bey, Osmanlı topraklarına taarruz etdi.
Bunu öğrenen Hünkâr, son derece üzülerek yanındakilere:
“–Şu zâlimin yapdığına bakın! Bizler bir aylık mesâfede kâfirler ile cenk üzre olup gece gündüz gazâ eyleyelim, o da gelip Müslümânların mülkünü yağma etsin.!
Çünkü ceddi gibi O da, Anadolu beyliklerine düşmân nazarıyla bakmıyordu.
Ayrıca, beylikleri kuvvet ve cebir zoruyla kendilerine râm etmeyi mahzurlu buluyordu.
Bu sebepledir ki, onun, ve diğer Osmanlı sultanlarının, Anadolu’da işi hep ağırdan almaları, bir zaaf eseri değil, kendileri gibi Müslümân olan Anadolu’yu iknâ yoluyla birleştirip bütünleştirmeyi daha münâsib bulmalarındandır.
Babası Orhan Gâzî, velî ve şehîd bir Sultân olan Sultân I. Murâd Hân’a yaptığı vasiyetinde;
“Nasıl Selçuklular’ın vârisi biz isek, Roma’nın da vârisi biziz?.” buyurarak oğluna Avrupa’yı hedef göstermişdi. Avrupa, ova ve yaylaları hâlâ onun cevvâl atının ayak izleri ile doludur.
Bütün bunlar da göstermektedir ki,
I. Murâd.Han, büyük bir ahlâkî, irâdî ve idârî güce sâhibdi.
Yapdıkları dâhiyâne idi. Âni karar vermede ki mâhirâne hasleti, kendisine çok zâferler kazandırmışdır..Gâyet dîndar, ulemâ ve meşâyıha karşı hürmetkârdı.
Bizans târihçisi Halkondil, Sultân I. Murâd hakkında şu îtirâffa bulunmuşdur:
“Sultân Murâd, Anadolu ve Rumeli’de otuz yediden ziyâde harbi idâre ederek zafer üzerine zafer kazanmışdır.
Düşmândan kaçdığı ve arkasını döndüğü hiç görülmemişdir. Tembellikden nefret ederdi.İstirâhat nedir bilmezdi? Askerleri, istirâhat ederken o, ava çıkardı.
Yaşlılığında bile cevvâliyetini hiç kaybetmemişdir.
Kemâl-i sükûnetle boyun eğen milletlere ve sarayındaki ecnebî çocuklara şefkatle muâmele ederdi. Mükâfât vermede de cömert ve sür’âtli idi.
Harbe gireceği zaman, askerini cesâretlendirip coştururdu. Yapılan yanlış hareketleri müsâmahasız cezâlandırırdı. Verdiği söze riâyet ederdi.
I. Murad Hân’ın maiyyeti, onun heybeti ve şiddeti ile titrerdi. Bununla beraber, onlara bir kumandanın gösteremeyeceği yumuşaklık, şefkat ve muhabbetle muâmele ederdi."
Şehîd Murâd Hüdâvendigâr Hazretlerinin kabr-i şerîfi Bursa/ Çekirge'de yapdırmış olduğu Câmî ve küllîye"nin hazîresindedir.
Rûhu şâd, mekânı Cennet-i Âlâ olsun. Kalın sağlıcakla.!