BİZİ BİR DERT KURTARACAK
Feridüddin Attar Hz. der ki bir derdiniz yoksa pazara gidin bir dert alın ve dert sahibi olun. Eğer alacak paranız yoksa bana gelin ben size ödünç bir dert vereceğim.Ödünç vereceğim çünkü o dert bana da lazımdır der.
Dert sahibi olmak.
Toplumları dertsizlik bitirir. Derdi olmayan toplumlar yaşayamaz ve yaşatamazlar.
Peki hangi dert?
Asırlık nefes almamızı sağlayacak "sabiteleri sağlam" toplumun önünü açacak bu necip milleti kökleriyle buluşturacak hak davası olan bir dert.
Toprakla bağı koparılmış bir ağaç nasıl kurumaya mahkumsa, geçmişiyle, kökleriyle, özüyle bağlarını koparmış bir toplumda rehavete kapılarak yok olmaya mahkum olmaktan kendini kurtaramaz.
Bu nedenledirki toplumlar, geçmişi bir dert bilip pozitif çıkarımlarda bulunarak geleceğini inşa etmenin yollarını bulabilirler.
Dert sahibi olan toplumlar ancak çağın ağlarına ve bağlarına takılmazlar. Çünkü dert, insanı ve toplumu uyanık tutar, diri tutar, önlem aldırır. Kişinin sağlığına dikkat ettiği gibi toplumlarda maddi ve manevi sağlığını bu şekilde korurlar.
Dert deyip geçmeyin;
En büyük dert, dertsizliktir.
Derdi olan toplumlar ancak hakikati haykırabilirler ve hakikatin izini sürebilirler.
Selmân-ı Farîsî Hz.'nin İbretlik hikayesini okumak lazım. İran asıllı olup isfahan'ın Cayy kasabasında doğan Selmân (asıl adı Mabeh b. Buzahşan) babası Mecusilik inancı üzerineydi. Babasının büyük çiftliğinde mecusi inancı gereği devamlı yanması gereken ateşin yanma işi Selmân'a verilmişti. Selmân çevresindeki inançların daha hayırlı olduğunu araştırınca babası tarafından ayakları zincire vurulur. Ancak Mabeh bir yolunu bulup ayaklarındaki prangalardan kurtulur ve kendisini hakikate vardıracak yolculuğa çıkar. Hakikati arama Derdi Selmân'ı diyar diyar dolaştırır. Şam, Musul, Nusaybin, Ammuriyede hakikatin izini sürer.(Anadolu'ya geldiği de söylenilir) Bazı kaynaklara göre 17 hoca değiştirir. Çeşitli maceralar yaşayan Selmân, köle olarak Medineye gelir.Ve artık Selman hakikatin merkezindedir.
(Selmân-ı Farîsî'nin yolculuğunu kısa tutuyoruz)
Onu Resûlullah'a götüren onun derdiydi
Nihayetinde Selmân, Resulullah'ın dizinin dibindedir. Nimetlerin en mükemmelinin tadına varır, müslüman olur. O artık herkesin bahsettiği şerefli biriydi.
Dert, insanı 'Müşerref' sahibi yapar.
Peki bizi hangi dert prangalarımızdan kurtaracak?
Hangi dert, davamız ve devamız olacak?
Niyazi Mısri'nin "derman arardım derdime, derdim bana derman imiş dediği gibi bizim de devamız 'Derdimiz' olabilir mi acaba?
Yüzümüzü iki asırdır batıya çevirdiğimizden beri, büyük bir buhranın içindeyiz. Çünkü " asıl" olandan uzaklaştık. Hakikatin izini sürmeyi bıraktık. Yapay olana, suni ve sentetik olana aldandık. Hikmet, Müminin yitik malıydı, nerede bulursa alacaktık. Yitik malı bulmak için aramak, aramak için ise dert sahibi olmak lazımdı. Biz aramayı bıraktık, hazır olana konduk.
İşte bize " arayış" ve " kavrayışı" unutturan 'Neme Lazımcılık' hastalığı, bizi suni gündemlerle meşgul ederek, bizi, bir ileri iki geri gidecek şekilde kendimize gelmemizi engellemiştir.
Derdi olmayan toplumlar hangi medeniyetin temelini atabilir, hangi geleceğin tohumlarını atabilirler!
Derdi olmayan bir toplum Selahaddini Eyyubileri doğurabilir mi!
Bizi bir dert kurtaracak!
İmam Gazali'nin, hayatında sadece iki gece okuyup yazmadığı ve dört yüze yakın eser verdiği biliniyor. Bu nasıl bir aşk ve heyecandır, bu nasıl bir dert sahibi olmaktır. İşte o dert sayesinde İmam Gazâlî bin yıllık islam medeniyetinin temellerini atmıştır.
Bizi, ancak bir 'Dert kendimize getirebilir. O dert sayesinde tekrar var olabiliriz.Tekrar tarih yapabilir ve tarih yazabiliriz.
O dert ki "Emanettir".
O dert ki "Sorumluluktur".
O dert ki "Kaçış değil arayıştır".
O dert ki "Zafer değil, seferde olmaktır".
O dert ki insanları ve toplumları kendine getirir.
Ve en büyük dert, hakikat derdidir. Hakikati kendine dert edinmeyen toplumlar kavram üretemez,cümle kuramaz ve estetik bir hayat anlayışına sahip olamazlar.
Ve nihayetinde;
Dertsizlik; çürütür, eritir ve kurutur.
Derdiniz kadar 'değerli'siniz, derdiniz kadar 'değersiz'siniz.