BİR ZAMANLAR MEMLEKETTE FAKİRLİK VARDI
Bir zamanlar memlekette fakirlik vardı, halkın büyük çoğunluğu köylerde yaşardı. Köyler son derece bakımsızdı. Yol, su, elektrik gibi temel ihtiyaçlar bile karşılanamıyordu. Vatandaşlar kendi gayretleriyle ayakta durmaya çalışıyordu. Elektrik olmadığından gaz lambası kullanılıyordu, gaz almaya parası olmayan çok aileler vardı. Özellikle Karadeniz'in her yerinden hemen hemen kaynak sular olduğu halde 200-300 metre uzunluğunda plâstik boru alamayacak durumda olan vatandaşlar çoktu. Evin suyu taşıma ile karşılanmaya çalışılıyordu. Evler son derece kalitesizdi. Nüfus çok oda sayısı azdı. Bel- on tane çocuk aynı odada, çocuklar yerde serilmiş yataklara ikişer üçer yatırılıyordu.
Tarlalar şimdiki gibi verimli değildi. Yıllık ekmek ihtiyacını karşılayacak mısır yapanlar zengin sayılırdı. Evinde çay- şeker bulunduranlar da zenginler sınıfındaydı. Evinde motorlu taşıtı olan yoktu. Eşeği, katırı olanlara kıpta edilirdi.
Bir çok köyün araba yolu yoktu. Bazı merkez köylerin tek şerit halinde topraktan yol vardı. O yollar da yağmurlu zamanlarda hep çamur olurdu. Köyler arasındaki ulaşım genelliklr patika yollarda yürümekle yapılıyordu. Yük taşımacılığı daha çok insanlar sırtlarında taşıyorlardı. Özellikle Doğu Karadeniz' de bu yük taşımacılığını kadınlar yapardı.
Evlerde ısınma teşkilatı yoktu. Sadece evlerin bir odasında kış soğuklarında sobalar vardı. Sobalara odun yetiştirmek zordu. Mutfak diyebileceğimiz bölümde kara eteş yanardı. Kuzineler 70-80' li yıllarda evlere girmeye başlamıştı. Kuzine dahi milletin almaya parası yoktu. Odun sobaları daha ucuza mal oluyordu. Millet odun sobaların tercih ediyordu. Kuzine bulunan evler zengin sayılırdı.
Ekmekler kara ateşin yakıldığı oyuk taşların içinde pişirilirdi. Taşlı fırın misali, orada pişen ekmek çok leziz oluyordu. Tavandan aşağıya asılan "kremesten" dediğimiz demir halkalardan yapılan zincirlere küçük yemek kazanları asılırdı. Bu kazanlarda yemekler pişerdi.
Yemeklerimizin isimleri şöyle; turşu kavurması, simiza, kazkaldura, yahni, lahana çorbası, lahana sarması, havis, pilaveşa, malahta, sumur, taze fasülye kavurması, diroklostin, diropsom, fustoro, muhlama, ekmek makarnası.. gibi yöresel yemekler yapardı büyüklerimiz. Geleneksel yemeklerimize hala devam ediyoruz. O zamanki imkanlarla bayağı yemek çeşitimiz vardı. Hepsi doğaldı, lezzeti harikaydı, açlık vardı, yokluk vardı, mısır ekmeği ile pırasa çobanlık yaparken yerdik. Lezzeti halâ damaklarımızda...
Haftada bir çarşıya gidenler oluyordu. İlçe merkezine 10-15 km uzakta olanlar çarşıya genellikle yürüme giderdi. Dolmuş parası vermeyelim diye. Gerçi her köyün bir tane de olsa dolmuşu yoktu Evin geliri yılda satılan bir kaç tane büyük baş hayvan, haftada bir ineklerin sütünden elde edilen tereyağı ve taze peyniri satarak elde edilen paraydı. Pazardan ya da bakkaldan tuz, şeker, çay bir de gaz alınırdı. Bir de en fazla fırından beşlik ekmek alınırdı. Çarşıda lokantada yemek yiyenlerin sayısı çok azdı. En lüks yemeğimiz fırından alınan ekmekle beraber, helva ve üzüm yemekti. Çok acıkıldığı zaman çarşının tenha sokağına çekilir, orada yenirdi. Edep ve haya vardı, herkesin göreceği yerlerde yemek yemek ayıp kabul edilirdi.
Yağdan ve peynirden elde edilen paradan artış olduğunda o para tasarruf edilirdi. Duruma göre acil ihtiyaçlarda kullanılırdı.
Karadenizimizin diğer illerinde gelir durumu tabi ki farklılık arzeder. Doğu Karadeniz'in vazgeçilmez fındığı ve çayı herkes tarafından biliniyor. Fındık ve çaydan çok gelir elde edenler elbette olmuştur. Lakin bu bölgede fazla yer olmaması, zamanla nüfusun artmasıylâ beraber gelirin azalmasına sebebiyet vermiştir. Karadeniz halkı başka seçenekler üzerinde araştırma yaparak başka bölgelere hicret etmiştir. Karadeniz' halkı çalışkan olduğunda hicret ettiği yerlere kısa zamanda adapte olmuş, çalışmış, ekonomik durumunu belli bir seviyeye getirmiştir.
Evet yazıyı uzatabiliriz. Bu konuda yazılacak çok şeyler var. Birileri o dönemi yazması lazım. Hatır unutur, satır unutmaz. O dönemler yazılmadığı zaman unutulup gidecektir. O zamanki sefalar ve cefalar gelecek nesle anlatılmalıdır. Geçmişimiz geleceğimize ışıktır. Geçmişini bilmeden geleceğe güvenle bakamayız. Bu yazımda aslında 1970-80'li yıllardan bahsetmeye çalıştım. Bir pencere açtığımı düşünüyorum. Benzer konularda tekrar buluşmak üzere inşallah.
22.01.2024
M. Cemal TOMAR.