Birkaç gün önce bir okulda işim dolayısıyla bulunmuştum. O sırada oturduğum salonda bir kadın öğretmen telefon görüşmesine başladı. Kulağım, (anlaşılabilir derecede sesli konuşması ve konunun ilgimi çekmesi buna sebep oldu diye düşünüyorum.) öğretmen hanımın konuşmasına takıldı. Bana göre o 1-2 dakikalık görüşmenin muhtevası çok manidar ve ibretlik. Konuşmayı keşke harfi harfine not alsaydım diyorum ama artık geç. Onun için isim değişikliği yaparak ve olayı aklımda kaldığı şekliyle anlatmak istiyorum. Kelimelerde farklılık olsa da olayın özüne dikkat çekelim isterim.
Kadın öğretmen hitaben karşı tarafa ‘anne’ diyordu. Yani annesiyle yahut kayınvalidesiyle görüşüyor. Anne ne yaptınız, mamasını yedi mi? Yemediyse ben geleyim öğle arası izin alırım gerekirse… Öğretmen hanımefendi bu ve buna benzer cümleler kuruyordu. Daha sonra Ümit geldi mi? Gelirse o da baksın (Ümit tahminen kocası diyorum) gibisinden birkaç cümle daha kurdu hoca hanım. Sesi de hafif meraklı, hüzünlü gibi geldi bana açıkçası. Ben, tam kendi içimde çocuğun halini, nasıl bir mahrumiyet içinde olduğunu tahayyül ederken şu diyalog yaşandı: (karşı taraf muhtemelen şimdi gelsen iyi olur ya da hemen gelemez misin? gibi sorular sordu ki ) hoca hanım şöyle cevap verdi: ‘gelemem, izin vermezler, o kadar anlayışlı değiller…’
İşte şu son cümleler beni öylesine müteessir etti ki hala aklımda o sahne. Bir anne ve ona en muhtaç dönemini yaşayan bir yavru. Ancak annesi yanında değil. Bu sadece bir günlük bir olay elbette. Bir bebeğin doğup büyümesi yıllar sürüyor. Bu çocuk ya ticarethaneye dönmüş ve anne şefkatinden yoksun soğuk kreşlerde yahut bir akrabası olan anneannesinin, teyzesinin elinde büyüyecek. Ve o çocuk büyüdüğünde annesi ona şunları söyleyecek:
Yavrum, ben seni Allah’ın izni ile dünyaya getirdim ancak ondan sonra seni büyütmek, ilk mürebbin olmak yerine para kazanmak için vur ha vur çalıştım. Seni bir kreşe emanet ettim. Ve çalışmaktan vaktim olmadığı için seni dualarla, ninnilerle değil kazandığım para ile aldığım pahalı oyuncaklarla avuttum. Çünkü işimden sana ayıracak zamanım ve gücüm kalmıyordu. Allah, anne olarak cenneti benim ayağımın altına koyduğu halde, ben O’nun rızasını kazanmayı ve seni büyütmek için gerekli olan anne şefkatini kazandığım para ile temin etmeye çalıştım.
Gündeminiz nedir ey Müslümanlar? Dolar mı? Seçimler mi? Kendi evinizde bihaber olduğunuz çocuğunuzu unutup da Kudüs’e slogan atmak mı? Ya da telefonlar, arabalar mı?
İşe kendimizden, ailemizden başlayalım. Kudüs, Doğu Türkistan, Suriye sizin sosyal medya hesaplarınızdan attığınız derin, stratejik ve iş bilen mesajlarınızla hür olmuyor, olmayacak. Kendine bak, evine bak, eşine, çocuğuna bak. Peygamberin (sav) memnun olacağı, onu rahatlıkla misafir edebileceğin bir halde misin? Bu ahvalle aranda ne kadar mesafe var?
Hülasa Müslüman kadın şuur kazanmadıkça, ne için yaratıldığını ve ne yapması gerektiğini muhasebe etmedikçe ailemiz adına karamsarım.
Bunun yanında ey Müslüman erkekler! Sizler de Peygamberin (sav) tavsiyesine kulak vermedikçe, yeterli maişetin üstüne çıkmak, hemen güzel arabalar, evler sahibi olmak için eşinize yüklediğiniz ekonomik yükü iptal etmedikçe
Ve yeni evlenecekler de ‘benim hanımım evinde olsun, neslin inşasına memur olsun, elinden geldiği kadar insanlara irşad çalışması yapsın, ben evimin maişetini temin ederim Allah’ın izni ile’ demedikçe
Son olarak genç kız babaları ‘kızım eğitimini güzel şekilde alsın ancak memuriyet, para kazanma ve kariyer yerine güzel bir evlilik yapsın, eşinin ve çocuklarının dünyasına ve ahiretine saadet olsun, ben kızımdan maddi bir beklenti içine girmem.’ demedikçe evet yine karamsarım. Hem de Kudüs, Doğu Türkistan ve Sureye için de öyleç…