ADİLİĞİN DİBİ: ENSEST! ve DİNÎ AÇIDAN DEĞERLENDİRME

Mustafa Cemal TOMAR

ADİLİĞİN DİBİ: ENSEST! ve DİNİ AÇIDAN DEĞERLENDİRME

Tonya İman Hatip Lisesi'nden sınıf arkadaşım, Tonya' da üç dönem belediye başkanlığı yapmış, Sosyal Hizmet Uzmanı, Günebakış Gazetesi'nin yazarlarindan Ahmet KURT, en sonki yazısinda "Adiliğin Dibi: Ensest!" başlığıyla bir yazı kaleme almıştı. Bana yazıyı okumam için özelden gönderdi. Bu duyarlılığı hasebiyle kendisine tesekkür ederim.

Bu başlık altındaki yazıyı okuyunca şok oldum. Adiliğin dip noktasının bu kadar korkunç olduğunu duğrusu bilmiyordum. Yazar yazıyı sosyolojik açıdan ele alınmıştı. Böyle menfur hadiselerin ülkemizde az rastlansa da milletin vicdanında derin rahatsızlıklar vermektedir. Hele de yasalarımız böyle cürümlere karşı kamu vicdanını rahatlatamıyorsa beraberinde başka sorunlar meydana geleceği aşikardır. Bu bağlamda yazarımızın yazısının bir bölümünü buraya alıyorum. Şüphesiz çok düşündürücüdür bir yazı. Okumanızı tavsiye ederim.

1991 senesiydi. Sosyal hizmet uzmanlığımın henüz bir yılı geride kalmıştı. Muhtardan bir ihbar geldi: Mahallesinde oturan bir kız, babasından çocuk doğurmuştu! Bu, ilk ensest vakamdı. Polis nezaretinde doğan çocuğu koruma altına aldık ve baba hakkında suç duyurusunda bulunduk. 18 yaş üstü olan anne şikayetçi değildi. Babasına, "Kocam!" diyordu. Anne hakkında fazla bir şey yapamadık.

Uzatmayayım...

Malum, bizde davalar yıllar sürer ya... İlk dava sonuçlanana kadar baba-kız iki çocuk daha doğurdu! Uzman olsan ne olur! Bittim.

Daha ne iğrenç vakalarla karşılaştık. Rahmetli vali beye, ensest vakası bilgisi düşünce hemen arar ve "Ne yapacağız Ahmet Kurt?" diye sorardı. Ben de her seferinde, "Tonyalı Ahmet olarak soruyorsanız ayrı cevabım var, müdür olarak soruyorsanız ayrı cevabım var!" derdim. İnsan hakları mesleğime rağmen ensest suçlusunun cezaevinde dahi olsa beslenmesini hiç kabul etmedim coğrafyamın etkisiyle.

Bizim hukukumuzda bu iğrenc cürümlerde (ensest) kamu vicdanını rahatlatacak yasal düzenleme yoktur. Yukardaki vahim olaydan bunu anlıyoruz. Hukuk neticelene kadar iki çocuk daha doğması buna işarettir.

Sosyal Hizmetler Uzmanımız dini açıdan konuyu ele alıp irdeliyelim diyerek bana ödev verdi. Ayrıca konunun tarihsel boyutunu irdelemek için "sağolsun" dökumanlar da gönderdi. Konu ile ilgili çalişmalarımı burada paylaşmak isterim.

I. İslam’ın Ensest Yasağı

Kur’ân’ın nazil olduğu coğrafyada, Arap toplumu cahiliye geleneklerine bağlı olarak üvey anne ile evlenmeyi meşru kabul ederdi. Bir kimse öldü-

ğünde, onun bir başka eşinden doğmuş olan oğlu, üvey annesinin üzerine elbise atarak “Babamın malına varis olduğum gibi, karısına da varis oldum!” der ve isterse üvey annesiyle evlenebilirdi.

Bu evlenme şekli ilkel toplumların çoğunda görülen ve eski İsrail’de çok uygulanan “levirat”a benzemektedir. Eski İsrailliler, kadını, ölen kocası-

nın mirasının bir parçası olarak kabul ederlerdi. Mirasçı, ölenin soyunu devam ettirebilmek için bu kadınla evlenmek zorundaydı. Eski İsrail ve Arabis-

tan’daki bu tür evlilikler ailenin pederşahi (patriarcal) karakteri ile izah edilmektedir. Zira kadın, kocanın mamelekine ve ölümünde mirasına dahil edilirdi. Uygulanmasına müsaade edildiği halde, Araplar bu evlenmeye kötü gözle bakarlar ve onu “iğrenç (nikâhu’l-maqt)” olarak vasıflandırırlardı.

Hz. Peygamber (s.a.s.) dönemine gelinceye kadar bu durum böyle devam etti. Kaynaklarda geçtiği kadarıyla, Medine’nin saygın şahsiyetlerinden

Ebu’l-Kays İbnü’l-Eslet ölünce, oğlu Kays babasının eşiyle evlenmek istemiş, kadın ise “Sen benim oğlum yerindesin. Bu toplum içerisinde sen iyi bir kişi olarak tanınıyorsun. Ben bu durumu Allah’ın elçisine sorma ihtiyacı duyuyorum” karşılığını vermiştir. Kadın olup biteni Hz. Peygamber’e aktarınca Hz. Peygamber kadına evine dönmesini söylemiş ve çok geçmeden Nisâ sûresi 22. âyet nazil olmuştur.

Kur’ân gerek ilahi değerler gerekse sosyolojik normlar açısından babanın hanımıyla evlenme konusundaki yargıyı vermişti.

“Çünkü bu edepsizliktir, Allah’ın hışmıdır ve iğrenç bir yoldur.” ifadesiyle dile getirmektedir. Bir kimsenin üvey annesi ile evlenmesini, “fâhişe”,

“maqtê” ve “sâe sebîlê” olarak niteleyen yukarıdaki âyet hakkında yorum yapan tefsirciler, üvey anne ile evlenmenin akıl, din ve gelenekler açısından

istenilmeyen, çirkin bulunan bir davranış olduğunu söylemişlerdir. İnsan doğasına uygun hareket edebilen bir bireyin, dengeli ve ölçülü kararlar alıp

uygulayabilen bir toplumun, kaynağı Allahtan olan bozulmamış bir dinin üvey anneyle evlenmeye sıcak bakması düşünülemez. Dolayısıyla yakınlarla

evlilik ve cinsel birliktelik üç açıdan (bireysel, toplumsal ve dini) değerlendirilmesi gereken bir durumdur.

Ünlü müfessir Fahreddîn er-Razi, bir davranış ya da tutumun çirkinliği konusunda değerlendirme yapmanın üç yönü olduğunu belirtir. Biri akli yönden, diğeri şer’î yönden, öteki de örf ve adetler yönündendir. Âyette sözü edilen “fâhişe” kelimesi akli yöne, “maqtê” kelimesi şer’î yöne, “sâe sebîlen” ifadesi ise örf ve adet yönüne işaret etmektedir.

Bu tür ilişkilerde, birinci derece yakın akrabaların birbirine karşı beslemesi gerektiği hürmet, merhamet ve şefkat gibi duyguların yerini şehvet,

ihanet, taciz, merhametsizlik ve nefsin hayvanlığı almaktadır.

“Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin!”22 ayetinde zikredilen “velâ tenkihû” ifadesindeki nikah kelimesine müfessirler tarafından iki farklı anlam yüklenmiştir. Birisi evlilik akdi, diğeri cinsel ilişkide bulunmakdır.

23 “Velâ tenkihû” cümlesinde geçen nikah kelimesini sözlük anlamı üzere cinsel birliktelik (vat’) olarak anlayan Ebu Hanîfe, Ahmed b. Hanbel, Süfyânüs-Sevrî, Evzâî, iki rivayetten meşhur olana göre Malik b. Enes “Nikahın haram kıldığı bütün kadınları zina da haram kılar.” demektedir. İslâmiyetteki bakış açısını irdelemeye çalıştık.

Yahudilikteki duruma bakalım:

Anne ile çocuğu arasında kurulan ilişkiyi belirli bir millet, mesela Yahudiler üzerinde incelemek istersek onlara özel Halaha denen kadim bir anlayış/yasa ile karşılaşırız. Halaha, Yahudi yasa sistemini tanımlayan bir kavramdır. Sözlü ve yazılı aktarılan emir ve nehiyleri kapsayan genel bir dinî hukuk kavramıdır. Yaklaşık olarak Babil Talmudu'nun üçte biri ve Kudüs Talmudu'nun da altıda birini Halaha oluşturmaktadır. Halaha'ya göre çocuk Yahudi bir anneden doğmalıdır. Ayrıca yine Halaha'ya göre, Yahudi olmayan birinin Yahudi ibadetleri uygulaması onu Yahudi yapmayacağı gibi, dinini uygulamayan veya başka dine geçen Yahudiler de her zaman Yahudi olarak kalacaklardır.

Yani bu yasanın anlamı, annesine zorunlu olarak bağlanan Yahudi, ne yaparsa yapsın o bağı koparamaz. Bu Yahudi olmaktan kurtulamamak durumu ile preödipal dönemde anneyle kurulan bağın kişinin tüm hayatı boyunca belirleyici olması arasında paralellik vardır. Annenin sadece kötücül olması durumda bağın koparılması mevzubahis değildir. Birey olmak yani şahsiyet kazanmak, ebeveynlerle kurulan her türlü bağın koparılması ve bu bağların çocuğun kendi tarafından istediği şekilde yeniden bağlanması ya da bağlanmamasıyla gerçekleşir. Orestes mitiyle ilişki kuracak olursak Yahudiler, kötücül annelerini öldürememiş ve bunun getirdiği intikam duygularını insanlığa vahşet olarak yansıtmaktadırlar. Bir başka ifadeyle Yahudiler, kendi yasaları icabı bu imkana hiç sahip olmamaları dolayısıyla kesin bir yazgıyla hükümlülerdir. Bu yazgılarından kurtulamamanın getirdiği öfke ve nefreti kendi ebeveynlerine yani kendi gibi olanlara değil, kendi gibi olmayan diğer insanlara yöneltmektedirler. Bu vahşet, annelerinden kopup kendiliğini kazanamayanların, kendileri gibi olmayan yani kendiliğini kazanma imkanı olanlara karşı onları ortadan kaldırma arzusudur. Böylece Yahudiler, kendi kurdukları illüzyon içinde öteki türlüsünü düşünmeden yaşayabileceklerdir. Şahsiyet sahibi bireyler ve milletler olduğu sürece ise bunu asla gerçekleştiremeyeceklerdir.

Tüm bu açıkladıklarımızdan sonra bizim iddiamız, Tek Tanrı’lı dinlerin tarihsel süreç içinde dönüştüğü; sosyo-psikolojik açıdan Yahudiliğin ensest, Hıristiyanlığın biseksüel ya da eşcinsel, İslamiyet’in ise eril bir kimlik kazandığıdır. Ensesti çocuk ile annesi arasında kurulan ve yalnızca cinsel olan bir ilişki olarak değil; az önce de ifade ettiğimiz gibi çocuğun içe, ailesine dönmesi ve dışadönük şekilde sevememesini temsil eden bir kavram olarak kullandığımızı hatırlatalım. Böyle yorumlarsak sosyolojik ve psikolojik açıdan Yahudiliğin ensest ve gücünü de insanlığa uyguladığı vahşetten alan bir din olduğunu söyleyebiliriz. Hristiyanlık biseksüel ya da eşcinsel, babasız yani ailesiz bir dindir ve gücünü insanlığı sömürerek elde ettiği şiddetten almaktadır. İslamiyet ise eril soybağı olan bir aile dinidir ve diğer dinler gibi insanlığa uygulanan vahşet ya da şiddetten değil, dinin hükümlerinin uygulanması sonucunda gücünü adaletten almıştır. Psikanalitik söylemle ifade edersek Yahudilik insanlığın preödipal dönemi, Hristiyanlık ödipal dönemi ve İslamiyet ise postödipal yani ödipal sorunların çözümlenerek aşıldığı dönemi temsil eder. Benzer bir şekilde Semavi dinler içinde Yahudiliğin insanlığın okul öncesi, Hristiyanlığın ilkokul çağı, İslamiyetin ise insanlığın ergenlik dönemi olduğu söylenebilir. İşte Yahudiler, son 60 yıldır insanlara yönelttikleri şiddet ve vahşetin altında yatan öfke ve nefretin sonucunda şahsiyetsizliklerini, ensest ilişkiler içinde büyüdüklerini dışa vurmaktadırlar. Yahudiler Halahaya bağlılıklarını ve ensest ilişkilerini sürdürdükleri sürece kimlikleri her zaman bağımlı ve eksik kalacaktır. Bu eksikliği kapatmanın yolu ensest ilişkilerden kurtulmak ve tüm insanlığı sevebilmek, sevgiyle kucaklayabilmektir; aynı İslamiyet’in buyurduğu gibi.

Şimdi de konunun uzmanı Ahmet KURT Bey'in konu ile ilgili yaptığı tanımın aynısını buraya alıyorum.

Şimdi gelelim enseste...

Ensest (pis, kirli); kısaca nikahı düşmeyen aile bireylerinden biriyle cinsel ilişki olarak tanımlanıyor. Dini, ahlaki ve etik değerler açısından yasaklanmış bir ilişkidir. Şerrefsizlik yani! İnka medeniyetinde, eski Mısır'da, Roma'da varmış ensest. Türklerde ise hiç örneği yok.

İslâmiyette evlenilmesi haram olan kadınların Listesini Nisa Suresi 23. Ayet-i Kerimesi'ne bakalım.

23﴿ Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren anneleriniz, sütbacılarınız, eşlerinizin anneleri, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla birleşmiş değilseniz (nikâh ortadan kalktığında) kızlarını almanızda size bir sakınca yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir, Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Tarihte malumunuz olduğu üzere eşcinsellik yüzünden helak olan Lut Kavmi vardır. Lut Kavmi'nin işlediği cürümü anlatan ayetlere kulak verelim:

(Misafirlerin geldiğini duyunca) kavmi koşar adımlarla ona gelmişti. Bundan önce de kötülükleri (âdet hâline getirecek kadar çokça) yaparlardı. Dedi ki: “Ey kavmim! İşte bunlar benim kızlarım, onlarla (evlenerek ilişki kurmanız) sizin için daha temizdir. Artık Allah’tan korkup sakının ve misafirlerin içinde beni rezil etmeyin. İçinizde hiç mi olgun/aklı başında bir adam yok?”(11/Hûd 78)

► Demişlerdi ki: “Andolsun ki, sende biliyorsun kızlarında hakkımız/gözümüz yok. (Aslında) sen, bizim ne istediğimizi de çok iyi biliyorsun.”(11/Hûd 79)

Toplumun yarası haline gelen eşcinsellik, ensest ilişkilerinin iğrençliğini, dini yaklaşımları ve tarihi süreci hakkında bilgiler sunmaya çalıştım. Bu konuyu gündeme getiren konunun uzmanı dostum, sınıf arkadaşım Ahmet KURT Bey'e tekrar teşekkürlerimi iletiyorum. Umarım fayfalı bir yazı olmuştur. Rabbimiz yâr ve yardımcımız olsun..

20.09.2024

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.