Emperyalist ve Siyonist uşağı aşağılık hainlerin, ümmetin umudu Türkiye’yi yok etme girişimi olan darbe gecesinin üzerinden bir yıl geçti. O gece birileri, başkanının evinde çekmiş terlikleri, yaslanmış kontrollü koltuğuna izlerken olayları, küçücük bir cep telefonundan kocaman yürekli bir ses duyuldu önce. Sonra halkımız millet olmanın şuuruyla harekete geçti ve 15 Temmuz Destanını yazdı. Elhamdulillah. Allah bir daha milletimize böyle bir acı yaşatmasın. Müsebbipleri cezaların en ağırıyla cezalandırılsın.
Geçtiğimiz süreçte darbenin açtığı hasarlar ve darbecilerin hainlikleri üzerinde çokca duruldu. Hareket, kullanışlı bir alçağa fatura edildi. Arkasındaki kirli güçler ortaya çıkarılamadı. Askerle halkımız arasında bir çatışma resmedilmeye çalışıldı. Sürekli tetikciler gündemdeydi fakat azmettiriciler ortada yoktu. CIA, MI6, BND yada Mossad bu işe ne kadar müdahildi? Bunlar gün yüzüne çıkarılmalıydı. Tetikcilerin idamı konusu da rafa kaldırılmış gözüküyor.
Öte yandan yazımızın asıl konusu olan hareketin referansları, din anlayışı ve anlayışın bize dönük yansımalarıyla da ilgilenilmedi. Hareketin referansının diğer versiyonlarıyla bir araya gelindi ve sadece bu versiyonuyla mücadele başlatıldı. Cemaatin kullandığı uyuşturma dili enstrümanları ve hizip dili başkaca cemaatler tarafından kullanılmaya devam edilmekte iken bunlara değinilmedi. Benzer siyasi kadrolaşma ve ekonomik çıkar sağlama çabaları görmezden gelindi. Tabir yerinde ise diğer cemaatlere, bize ilişmeden yaptığınız zihinsel katliamlara, çıkar sağlamalara devam edebilirsiniz denildi. Amacımız yargılamak, kavga yada tahkir değil. Sadece gerçeklerle yüzleşmek ve hatalarımızla hesaplaşmak. Sorunların dışardan olduğunu söyleyip kestirip atmak kolaycılık, sorunların kendi zaaflarımızdan kaynaklandığını görüp onlarla yüzleşmek ise zor olanıdır.
Tasavvuf düşüncesi, tarikatlar ve dini örgütlenmeler ki biz bunlara cemaat diyoruz bu ülkenin bir olgusudur. Kemalizmin silindir gibi milletimizin üzerinden geçtiği dönemlerde, İslam davasını sırtlanmışlar ve bu yolda nice sıkıntılara göğüs germişlerdir. Birçokları da bu uğurda ölümü seve seve göze almıştır. Sapkın düşünce ve uygulamarı bir kenara koyarsak bu oluşumlar, derin ahlaklı bir toplumun inşasında, bireylerin dindarlığının güzelleşmesinde ve sosyal bağların güçlendirilmesinde dün olduğu gibi yarın da nasların dışına çıkmadan faliyetlerine devam etmelidir, devam edecektir.
İslam dünyasında akli ilimler ve felsefe özelinde düşünme düşmanlığının başlamasıyla birlikte, çok derinlikli yapısal sorunlar baş göstermeye başladı. Müslümanlar sorgulamayı terk etti, içe ve geçmişe kapandı. Bugüne ve yarına dair konuşmaz, üretmez oldu. Tüm kültür ve medeniyetlere sözü olan, kapsayıcı bir dünya görüşüne sahip olan İslam parçalandı, bölük pörçük küçük cemaatcikler halinde yola devam etti. Hatta bireysel dindarlığa hapsedildi ve tarihin öznesi iken nesnesi durumuna geçti. Parçaların yeniden bir araya gelerek, yerde sürünen sancağımızı yeniden burca dikmek ve hergün aşağılanan bizler için neler yapabilirizi sürekli gündemde tutmalıyız. Bununla ilgili bilinen birkaç hususu burada tekrarlayacağım.
Öncelikle İslam’ın ana ilkeleriyle ve akidevî esaslarıyla oynanmamalı. Tevhidin bu dinin olmazsa olmaz ilk ilkesi olduğu, Rabbimizin mutlak hakimiyeti ve hiçbir boyutta ortağının olamayacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Bu hakimiyette şahıslara bir pay çıkartmaya kalkışmak, onlara kurtarıcı gözüyle bakmak, bir kutsiyet ve otorite izafe etmek ve insanları olağanüstülüklere inandırarak istismar etmek büyük zulümdür. Bu zulme Kur’an’a rağmen Kur’an’dan deliller sunmaya kalkışmak ise daha büyük bir zulümdür. Kişi elbette kendi gelişimine katkı sunan kişilere muhabbet besler, bu doğaldır. Fakat sevgide firenimiz olmalı, dinde olmayan kutsallıklar peşinde sürüklenmemeliyiz. Sömürgeci anlayış insanlık dışı aşağılık bir durumdur. Daha aşağılık olanı ise kişinin kendisini sömürülmeye elverişli kılmasıdır.
Bir cemaat yorumu, mutlak doğru kabul edilip farklı yorumları yok saymak, tüm farklılıkları tek potada değerlendirip muarızı İslam dairesi dışında görmek doğru değildir. Kur’an, birçok ayette düşünmeyi, akletmeyi, tefekkürü emretmiştir. Dolayısıyla liderlerin söylem ve eylemleri sorgulanabilmelidir. Her söylediğinde bir hikmet aranıp, onun her şeyi en doğru şekliyle bildiğine inanılıp, her verdiği emir yerine getirilmemelidir. Sonuçta oturarak besmele çekip üç yudumda su içersiniz fakat lideriniz emrettiği için masum insanları katledebilirsiniz. Bunun için önce bilgi özgürleştirilmeli, farklı yaklaşımlara ulaşma yolları açık olmalı, İslam’la zihinsel temas kuracak bilgi donanımı sağlanıp bu donanım bilinç düzeyine çıkarılmalıdır. Farklı olan fikir daha anlaşılmadan yargılanmamalı, ince elenmeli ama eleme zahmetinde bulunmadan cemaatimiz öyle istiyor diye karalanmamalıdır. Herşeyden önce emek harcanmış bir çalışmaya saygımız olmalıdır. Tek aklın ufkuna kapanmak bizleri giderek bencilleştirmekte ve kendi dışımızda hiçbir gerçeklikle ilgilenmez duruma getirmektedir. Daha sivil ve daha özgün olma noktasında gayret gösterilmelidir.
Cemaatlerimiz üstün nitelikli, derin ahlaklı, sürekli üreten bireyler yetiştirme, müslümanların ve insanlığın sorunlarına çözüm üretme gibi görevlerini unutmuş, kapalı kapılar ardında siyasilerlerle pazarlık sofralarına oturmakta, bağlılarını ekonomik bir sektör olarak görmekte, insanları uyuşturmaktadırlar. Bu haliyle cemaatler yüce davamıza zarar vermektedir. İki kişi bir araya gelse ilk icraat olarak ceplerindeki tüm parayla yardım kutusu yaptırıp işyerlerine dağıtmaktalar. Bu ivedilikle terk edilmeli, parayla cemaat arasına duvarlar örülmelidir. Çoğalmayı, sayısal anlamdan çıkarıp niteliksel anlama yönlendirmelidirler.
Hizip dili ve kavgacı tavır terkedilmeli.
Sözün en güzeliyle hitap edilmelidir. Kendisinden olmayana nefret ve düşmanca bir tavır takınmak, sadece kendi cemaatinin doğru yol üzerinde olduğu ve kurtuluşun da sadece kendi grubuna ait olacağı düşüncesi terk edilmelidir. Bu nefret dili binlerce heyecanlı gencimizin canına mâl oldu. Dünyanın kendi cemaatimiz etrafında dönmediği, yada sadece kendi cemaatimizden ibaret olmadığı görülmelidir. Birbirimizle konuşmaya tenezzül etmiyoruz, birbirimizi anlamaya çalışmıyoruz, tartışma kültürümüz yok, sürekli çatışıyoruz, üretmiyoruz, sürekli tüketiyoruz. Müslüman cemaatler arasında acilen diyaloglar başlamalı. Mutat oturmalar yapılmalıdır. Cemaatlerin üyeler vererek ülke çapında bir üst kuruluş ile birbirine bağlanmaları ise oldukça elzemdir.
Değerli kardeşlerim!
Bilinen bu hususlara daha çok ilaveler yapılabilir. Tahkir etmeden, kardeşlik hukukumuza zarar vermeden, sorunlarımızı konuşmaktan kaçınmamalıyız. Tüm çabalarımız içimizin yangınından kaynaklı. İslam sancağımız yerlerde sürünüyor. Ne zaman umutlansak hep bir mezhebin, bir meşrebin, bir cemaatin ufkuna mahkum bırakılarak boğuluyoruz. İndirgemeci mantığımız olaylara geniş bakmamızı engelliyor. Dünyayı tanımıyor, dünyayı kendimizden ibaret görüyoruz. Hizipçilik evrenselleşmemizin önünde büyük bir engel. Sadece İslam üst kimliği bize yeterli gelmiyor. En mutedil dediğimiz, Ehl-i Sünnet olmayanı müslüman saymıyor. Dünyanın son üçyüzyılına damgasını vuran Batı uygarlığı ise İslam toplumlarını köle haline getirdi. Savaşlar, işgaller, açlık, yoksulluk ve sefaletle müslümanların gözyaşları bir türlü kurumadı. Oluk oluk müslüman kanı akıyor. Her gün bir ülkemiz işgal ediliyor. Bu sorunun muhatabı olmaktan sürekli kaçınan cemaatler ve liderleri ise birbirinin kuyusunu kazarak niceliksel çoğalma peşinde koşuyor.
İslam sancağının altında eşit ve özgür bireyler olarak varlığımızı sürdürebilmek dileğiyle.